
İnsanoğlunun hatalarından biri de uzun geleceğinin ağır yükünü bugüne ekleyerek hayatını zora sokmasıdır.
Kişi beklentilere kapılınca düşünceleri sınırsız bir çizgide dağılır. Vesveseler, endişeler bu uzayıp giden düşünceye çok çabuk tesir eder ve yersiz tedirginlikler, lüzumsuz kaygılar büyük zararlara yol açar.
O halde niçin gereksiz kuruntulara kapılıyor, üzüntülerle kendini zora sokuyorsun?
Gününün sınırları içinde yaşa. Böylesi daha akıllıca ve daha doğru olur.
Dale Carnegie kitabında, birçok başarılı adamın, daha olmamış yarınla uğraşmayan
bilakis kendilerini tamamıyla yaşadıkları zamana veren, onun gereklerini yerine
getiren ve sorunlarını çözmeye uğraşan tecrübelerini aktarmış. Bu başarılı metot
neticesinde hem bugünlerinin hem de yarınlarının kurtulduğunu anlatmış. İşte İngiliz
edebiyatçısı Thomas Carlyle’nin kelimeleriyle özetlenen, tecrübelerin hulâsası şu
söze bakalım: “Başlıca vazifemiz uzaktaki belirsiz şeylerle uğraşmak değil, elimizde
olanla meşgul olmaktır.”
Doktor Osler Yale, öğrencilerine her sabah Mesih (İsa) Efendimize ait şu duayı
okumayı önerdi: “Allah’ım bu günkü ekmeğimizi ver.”
Unutmayın ki, bu duada yalnız bu günün ekmeği isteniyor. Dün yemeye mecbur
olduğumuz bayat ekmekten şikâyet edilmiyor. “Allah’ım! Geçenlerde buğday mıntıkasında çok kuraklık vardı, bir kuraklık daha olabilir, öyle olursa güz mevsiminde nereden ekmek bulacağım. Veyahut görevden alınırsam Allah’ım! O zaman kendimi ve ailemi nasıl doyururum.” gibi sözler söylenmiyor.
Olabilecek afetlere karşı hazırlanmıyor. Bu dua, bize yalnız bu günün ekmeğini
istemeyi öğretiyor. Sizin yiyebileceğiniz, ancak bu günkü ekmektir…
Günün sınırları içinde yaşamak bu nasihatlara uygun olarak- Rasûlü Ekrem’in
(s.a.v.) sözleriyle uyuşuyor: “Vücudu sağlam ve o günün azığı yanında olarak
sabahleyin uykusundan huzurla uyanan kimseye, sanki içindekilerle beraber dünya
verilmiş gibidir.”
. Bu sayılanlara sahipsen, dünyanın tümüne maliksin demektir.
– Huzur, sıhhat, yaşadığı günle yetinme; sakin ve doğru düşünebilen parlak bir zekâya tarihin akışım değiştirebilecek fırsatı verebilir!
Bu basit görülen nimetler, sahibine üretken olma, istikrarlı yürüyebilme, engel ve
aksiliklerden yana rahat olma olanağını sağlar.
Aslında zamanı gelmemiş işler için acele ederek zorlamalar yapmak büyük bir
ahmaklıktır.
Bu durum çoğunlukla kötümserliğin yarattığı kuruntulardan kaynaklanmaktadır.
Korkulan şey vuku bulsa dahi geleceğin meselelerinden ötürü yaşanılan ânı berbat
etmenin anlamı yoktur. İstenen; insanın gününü yakalaması ve yaşadığı günü,
içerdiği zaman ve mekanla bağımsız bir dünyaymışcasına ihya etmesidir.
Halil İbrahim (a.s.), sabah olduğunda şöyle dua ediyordu: “Allah’ım! Bu yeni yaratılmış
(bir gün); Sana ibadet etmek üzere başlat, bağışlanmış ve rızanı kazanmış olarak
bitirt..Kabul edeceğin iyiliklerle beni rızıklandır, onunla beni arındır ve güçlendir. Yaptığım kötülükleri bağışla. Sen çok bağışlayan ve çok rahmet edensin. Sevgisi ve ikramı bol olansın.”
“Sabahladığında bu duayı yapan kimse, gününün şükrünü eda etmiş olur” diye de
ekliyordu.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sîreti de, hayatı parçalara ayırıp, her parçayı
toparlanmış bir ruh ve yeni bir azimle karşılama şeklinde geçmiştir.
Efendimiz sabahladığında şöyle dua ederdi: “Biz ve tüm mülk Allah için sabahladık.
Ortağı bulunmayan Allah’a hamd olsun. O’ndan başka ilah yoktur ve tekrar O’nun
için diriltileceğiz.” . Akşama ulaştığında da benzer şekilde dua ederdi: “Allah’ım!
Senin lütfunla nimet, sıhhat ve himayen üzere sabahladım. Nimetini, verdiğin sıhhati
ve himayeni dünya ve ahirette dâim kıl.”.
Bazı insanlar Allah’ın emanet ettiği canlarının ve ailelerinin selâmetini ve
mutluluğunu küçük görerek bu yüce emanetlerle oyun oynarlar, servetlerini haram
yoldan çoğaltarak kendilerini sağlama almaya çalışırlar, işte bu küçümseme gerçeği
görmemektir, dini ve dünyayı telef etmektir. Abdullah b. Amr b. As’a adamın birinin
şöyle sorduğu rivayet edilir:
“Ben muhacirlerin fakirlerinden değil miyim?
Abdullahder ki: Beraber olacağın bir hanımın var mı?
Adam: Evet, der. Başını sokacağın bir evin?
Adam: Evet. Abdullah: Sen zenginlerdensin diye karşılık verir.
Adam ekler: Benim hizmetiçim de var.
Abdullah der ki: O zaman sen sultan sayılırsın.”.
Var olanla iktifa etmek, elde olanı en güzel şekilde kullanmak ve arzu edilen şeye
itimat etmekten vazgeçmek büyük insan olmanın tohumları ve zor şartlara karşı başarının sırrıdır.
Haram ehli pek şikâyette bulunmaz. -Kendilerine çok verildiği için- Ancak verilenden çok az nasiplenirler, çünkü sahibi oldukları şeyleri kullanacak ve onlardan
faydalanacak nefsi kudretleri kalmamıştır. Bu hakikati Peygamber Efendimiz şöyle dile getiriyor: “Her güneş doğduğunda, iki yanında iki melek bulunur. -İnsanlar ve cinler hariç yeryüzündeki her şeyin duyacağı şekilde- Ey İnsanlar! Rabbinize
yönelin. Az olan ve kifayet edilen, çok olan ve alıkoyan şeyden daha hayırlıdır. Yine
her güneşin batışında iki yanında duran iki melek şöyle seslenir: Allah’ım! İnfak
edenin yerini doldur, sımsıkı tutanı ise çarçabuk telef et.” .
Hadisin sonu cömertlerin ödüllendirileceğini, cimrilerin ise cezalandırılacağını haber
veriyor.
Baş kısmı, azlığın çokluktan daha iyi olduğuna dair bir karşılaştırma içeriyor.
Gerçek olan şu ki: Kifayet edilen azlık, alıkoyan çokluğa tercih edilir.
Ancak sahibini zengin yapan, sonra ihtiyaçları gideren, hukukları gözeten çokluk; kifayet edilen azlıktan daha üst bir seviyedir… Hadis de buna itiraz etmemiştir. Bu
nebevi çizgiden güdülen amaç; fakirlik korkusu duymadan veya kıt kanaat
geçinmekten dolayı mutsuz olmadan cömertliğe özendirmek ve fedakârlığa
yüreklendirmekdir. Bu anlayış, hayatın sorunlarının çözülmesinde mü’minleri cesaretlendirmektedir.
Ebî Hazım’ın söylediklerine kulak ver:
Benimle, • sultanlar arasında tek bir gün var.
Dün lezzetini duyamadıkları geçmiş!
Yarın, benim ve onların korktuğumuz gelecek!
O gün, bu gündür. Kim bilir, belki bu günde değildir?
Bu salih ve fakir zat sultanlara meydan okucuyor. Dünün zevkleri giden dünle beraber
kayboldu/az bir kısmını bile geri getirmeye kimsenin gücü yetmez.
Gelecek, gaybım vicdanında gizli. Efendilik veya fakirlik pusuda bekliyor.
Bu günden başka kalan yok. onu da sadece akıllılar yaşıyor…
/
/
Nefsine hakim olanlar, amacını görenler bu günü değiştirebilirler…
Peki önemsizlik derecesi nedir? Burada bir çelişki yok mu?
Bu günün sınırları içinde yaşamak, geleceği görmezlikten gelmek veya hazırlık
yapmamak mânâsına gelmiyor. Bilakis kişinin yarınına önem vermesi onun uzak
görüşlü ve akıllı bir kimse olduğunu gösterir.
Fakat geleceği önemsemekle, gelecek için kaygılanmak; hazırlık yapmakla, boğulup
gitmek veya bu günden faydalanma hususundaki duyarlılıkla, yarının getireceği
şeylerden şaşkına dönüp karma karışık olmak arasında fark vardır.
Din israftan sakındırmış, tasarrufu özendirmiştir, insan, geleceğinin sıhhatin yerine
hastalık, gençliğin yerine yaşlılık, barışın yerine savaş getireceğini bilmelidir. Süfyan
es-Sevrî tabiînin büyüklerindendi ve güzel bir serveti vardı. Oğluna bundan şöyle
bahseder:
Bu olmasaydı, onlar -Ümeyye oğullarını kastetmekte-bizi silip süpürürlerdi.
Yani zenginliği onu, zamanının yöneticilerinden korumuş; onlara yağ çekmek, yalakalık yapmak zorunda bırakmamıştır.
Neticede anlatılanlar; günün sınırları içinde en güzel şekilde yaşamanın yollarını ortaya koymaktadır.
Tam olarak yaşanan bu gün, başarılı bir gelecek için iyi bir hazırlıktır. Bundan dolayı
üzüntüyü atmak gerekmektedir.
Şâir der ki:
Gözler uyurken, uykusuz sabahladım. Olacak mı yoksa olmayacak mı diye!
Rabbin sana dün nasıl yettiyse Yarın yaşayacaklarına da yetkecektir.
Ömrün, insandan nasıl çaldığının farkında mısın? Yarını kurtarayım derken, bugün
kayboluyor. Bu durum hep böyle devam ederken ve ellerin daha hiçbir hayra
bulaşmamışken ecel seni alıp götürecek mi?
Stephen Leacock der ki:
“Bizim hayat düzenimiz ne gariptir! Küçük çocuk: “Büyük
çocuk olduğum zaman” der. Bu ne demek? Büyük çocuk: “Büyüdüğüm zaman” der.
Büyüyünce “Evlendiğim zaman” der. Evlenince ne olacak? Şu şekilde düşünecek:
“İşten çekildiğim zaman.” İşten çekildiği zaman gelince döner, geçtiği yola bakar
güya o yolun üzerinde soğuk bir rüzgâr esiyor gibidir, hiçbir şeyden yararlanmamış
hepsi geçmiştir. Hayat, yaşadığımız andadır, her günün her saniyesindedir, fakat
bunu pek geç öğreniyoruz.”
Allah-u Teâlâ ömürlerini boşa geçirenler ve günlerinin ellerinden uçup gitmesine göz
yumanlar için şunları söylüyor: “Kıyamet saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkarlar,
tek bir saatin dışında yaşamadıklarına and içerler.“.
“Kendileri onu gördükleri gün, sanki onlar, bir akşam veya bir kuşluk vaktinden
başkasını yaşamamış gibidirler.”.
* * *
İlgili